RESİMLİ HİKAYELER, ŞİİRLER, TEKERLEMELER, BİLMECELER, ŞARKILAR, MÜZİKLER: KÜÇÜKLER İÇİN EN GÜZEL ŞEYLER; BUNLARDAN BÜYÜKLER DE VAZGEÇEMEZLER!!! HANGİSİNİ İKRAM EDEBİLİRİZ?
Gıdak

 

GIDAK 

                           

Gıdak, beyaz tüylü, kırmızı ibikli tavuk, kendisiyle ta piliçlik çağından beri sürekli alay edilmesinden bıkmış usanmış. "Hasbam sen de! Beyaz tüylüyüm diye kendini dünyanın en şahane tavuğu zannediyorsun!" diyormuş kümesin kart elemanlarından biri. İbik yarışmasının sadece horozlar arasında yapıldığını bile bile "Ayol ne duruyorsun, ibik yarışmasına katılsana! Sen bu uzun, bu nar gibi kırmızı ibiklerinle kesin birinci gelirsin!" diyormuş ukalaca bir diğeri. Sonra da birbirleriyle bakışarak kikirdeşiyorlarmış. Öyle bir an gelmiş ki artık Gıdağın bitmek tükenmek bilmeyen imalı sözlere dayanacak sabrı kalmamış: "Yeter be! Canıma tak etti artık! Terk ediyorum bu kümesi! Sizin gibi küstahlarla yaşamaktansa komşunun ördekleriyle yaşarım daha iyi!" demiş ve almış başını gitmiş.

 

                             

Ördekler Gıdağı sevgiyle karşılamış, hemen aralarına almışlar. Zaten onlar da piliçliğinden beri güzelliği dillere destan olan bu komşu tavuğu yakından görmek istiyorlarmış. Ördek yavruları gözlerini bir süre Gıdağın ibiğinden alamamışlar. İlgiyle karşılanması Gıdağı çok sevindir­miş, "Oh be, dünya varmış. Sonunda rahat edebileceğim bir yer bulabil­dim kendime!" demiş.

       Ördekler Gıdağı bir iki gün soru yağmuruna tutmuşlar. Dostların­dan neden ayrıldığını en ince ayrıntısına kadar bilmek istemiş­ler. Gıdak ördeklerin merakını giderinceye kadar olan biteni sakin sakin anlatmış. Bu yeni hayatın günlük programına göre çitlerin üzerinden uçarak karşıdaki göle ulaşılıyormuş. Ördekler burada saatlerce yüzüyor, karınlarını küçük kurbağalar, balıklar ve suda yetişen bitkilerle bir güzel doyuruyorlarmış. Gıdak'sa kümes civarında kalıp ev sahiplerinin dönmesini bekliyormuş.

 

                                    

Güzel tavuk giderek yalnızlıktan sıkılmaya başlamış, üstelik karnını yeterince doyuracak yemi bulmakta da güçlük çekiyormuş. Yeni hayatına bir şekilde ayak uydurması gerekiyormuş. Zorbela çitlerin üzerinden uçarak göle ulaşş ulaşmasına da, gölde uzun süre kalarak karnını doyurabileceğinden şüphe ediyormuş. Bütün cesaretini toplamış ve göle atlamış. Ördekler gibi suda ilerlemeye çalışş, ama nafile! Olduğu yerde dönüp duruyormuş. Üstelik kursağına indirmeyi düşündüğü balık ve kurbağalara da hiç ulaşamıyormuş. Gözünün önünde bütün ördekler, hatta ufacık yavrular bile afiyetle bir şeyler yutuyormuş. Gıdağın tüyleri sırılsıklam olmuş, ibiklerinden sular damlıyormuş. Sudan çıkmaya niyet­len­­­miş. Yavaş yavaş karaya doğru yaklaşmaya çalışırken olumsuzluk­ların üzerine bir de minik ördekler eklenmiş. Bu sarı afacanlar Gıdağın sırtına çıkıp ibiklerini çekiştirmeye başlamışlar. Gıdak, sivri gagasıyla onlara pekala gözdağı verebilirmiş, ama canlarını yakmak istememiş.

          

             

Çaresiz tavuğun imdadına zengin hayat tecrübesiyle Bilge Vakvak yetişmiş. Önce minik afacanları Gıdağın sırtından indirmiş. Sonra uzun ve ucu yuvarlak gagasıyla Gıdağı iterek kıyıya ulaştırmış. Gıdak beceriksiz olduğunu düşünerek hüzünlenmiş. "Keşke ben de iyi yüzebil­seydim, en azından karnımı doyurabilseydim! Şu yavrular kadar bile olamıyorum!" diyerek derin bir ah çekmiş. Bilge Vakvak kalın sesiyle "Bunda ahlayacak ne var güzel kardeşim!" demiş ve ayaklarını göstermiş. Bilge Vakvağın parmaklarının arası bir zarla kaplıymış. Bilge Vakvak "İşte Gıdak kardeş, biz bu yüzgeç ayaklarımız sayesinde çok iyi yüzebiliyoruz" demiş. Gıdak hazır bir bilgili ördek bulmuşken uzun süre suda kalmalarına rağmen niçin ıslanmadıklarını da sormuş. Bilge Vakvak hiç tereddüt etmeden yanıtlamış: "Biz ördeklerin tüyleri yağlıdır. Bu yüzden su derimize ulaşmadan üzerimizden kayıp gider."

Gıdağın sualleri, Bilge Vakvağın cevapları derken hava da kararmaya yüz tutmuş. Gölde bulunan ördekler teker teker kümesin yoluna koyulmuşlar. Gıdak ve Bilge Vakvak da onları arkadan takip ediyorlarmış. Bu sırada Gıdağı bir gülme tutmuş. Daha biraz önce hüzünden ahlayan çaresiz tavuk, şimdi kikir kikir gülmekten kendini bir türlü alamıyormuş. "Kusura bakma bilge kardeş, şu sizin durmadan sallanan tombul kuyruklarınız öyle komik ki kendimi tutamayıp gülmeye başladım" demiş. Doğrusu Bilge Vakvak ortada gülünecek bir durum göremiyormuş, ayrıca "komik" kelimesinden de pek hoşlanmamış. Ancak Gıdağın tecrübesizliğini düşünerek bozuntuya vermemiş ve kendisine yakışır bir şekilde bilgece açıklama yapmış: "Ördekler bacaklarını yanlara doğru açarak yürürler. Her adımda gövdeleri tek ayak üzerine biner. Bundan dolayı yürürken kuyrukları bir o yana bir bu yana sallanır durur. Anladın mı şimdi güzel tavukçuk?"

Yol ileride ikiye ayrılıyormuş, bir taraf ördeklerin kümesine giderken, diğer taraf tavuklara çıkıyormuş. Gıdak yol ayrımında durup "Ördek kardeşler, bir saniye lütfen!" diye seslenmiş, "Ben düşündüm taşındım, geri dönmeye karar verdim. Her şey için teşekkür ederim!" demiş. Yuvarlak uçlu küçük, büyük bütün gagalardan "Güle güle güzel tavuk, yolun açık olsun!" dileği duyulmuş. Kararı Bilge Vakvak da doğru bulmuş, her zaman olduğu gibi bilge bir açıklama yapacakmış ama buna fırsat kalmamış. Gıdak, yüzgeç ayaklı komşularını çoktan geride bırakıp eski dostlarına doğru uçarcasına ilerlemiş. İlerlerken de koca yağlı kuyruğunu sağa sola oynatıyor, bu da onun arkadan çok komik görünmesine neden oluyormuş. Bilge Vakvak kendine hakim olamayıp gagasını sonuna kadar açarak vakvaklı bir kahkaha patlatınca diğer ördekler de iştahlı iştahlı gülmeye başlamışlar. Gıdak, arkasında kopan kahkaha tufanından bihaber gözden kaybolmuş.

 

                                                            

Tavuklar Gıdağı görünce başında toplanmışlar ve bir daha manasız sözler etmeyeceklerine dair söz vermişler. O günden sonra güzel tavuk dostlarının arasında huzurlu bir hayat sürmüş. Ara sıra sözünde durmayıp münasebetsizlik edenler olmuş olsa da o hiç aldırış etmemiş. Yemini yemiş, suyunu içmiş. Gıdaklamış, yumurtlamış. Gezmiş tozmuş, gününü gün etmiş.

              ***

 

                                                              Resimler: Aysel Molu                 Hikaye: Aynur Keskin