RESİMLİ HİKAYELER, ŞİİRLER, TEKERLEMELER, BİLMECELER, ŞARKILAR, MÜZİKLER: KÜÇÜKLER İÇİN EN GÜZEL ŞEYLER; BUNLARDAN BÜYÜKLER DE VAZGEÇEMEZLER!!! HANGİSİNİ İKRAM EDEBİLİRİZ?
Sahildeki İletişim

 

 

SAHİLDEKİ İLETİŞİM

                    

 

                 Merhaba küçük hanımlar, merhaba küçük beyler

                   Sahildeki İletişim’den haberdar olmak isteyenler

                   Kahramanlarımız Takıcı Taci Amca, Neşe ve Uğur

                   Hepinizi sevgiyle selamlar, sahile davet ederler

   

Sarı fötrlü, gri sakallı Takıcı Taci Amca ağır ve geniş adımlarla deniz kenarına vardı. Etrafına bakındı, yalın ayaklarını ıslak kumun üzerinde hafifçe gezindirdi. İhtiyaç duyduğu şeylere ulaşşçasına sevindi.

Çarşaf gibiydi deniz bu sabah, kıyılarda zümrüt yeşili, derinlerde çivit mavisi rengine bürünmüştü. Sahilde midye kabukları topluyordu Takıcı Taci Amca. Midye kabuğu bulmak çok kolaydı, ama eşini kaybetmemiş olanlara nadir rastlanıyordu. Bunun için eşlileri atölyesinde işlemek üzere ceplerine koydu. Ceplerine sığmayanları fötrüne doldurdu. Eşinden kopmuşları bir yere yığdı. Onlardan kumun üzerine önce azman bir ahtapot yaptı. Ahtapotun yanına koca göbekli bir denizatı, denizatının yanına iri bir denizyıldızı ekledi. Büyük bir deniz kaplumbağası takip etti denizyıldızını. Harıl harıl bir de denizanası dizerek sırayı tamamlamış oldu, Takıcı Taci Amca. Böylece sahile bir mesaj bırakmış oluyordu. Ahtapot sekiz koluyla "saat 8'de atölyede iş" anlamına geliyordu. Koca göbeği, yavaş yüzüşü ve uzun kuyruğuyla denizatı "yemekten sonra tekne gezintisi" haberini veriyordu. Ya beş parmağıyla denizyıldızı? O da "saat 5'te teknede kavun karpuz ziyafeti" diyordu. İyi bir yüzücü olan deniz kaplumbağası "ziyafetten sonra yüzülecek" manasını taşıyordu. Peki ya denizanası? Denizanası da şemsiye gibi açılıp kapanan hareketiyle "her ihtimale karşı şemsiyeler alınmalı" uyarısında bulunuyordu. Demek ki bugünün programına göre saat 8'de işe başlanacak, yemekten sonra tekne gezintisine çıkılacak, saat 5'te teknede kavun karpuz ziyafeti verilecek, ardından yüzülecekti. Şemsiyelerin ise unutulmaması gerekiyordu.

   

                                       

Sahildeki mesajı alacak olanlar Takıcı Taci Amca'nın küçük arkadaşları Neşe ve Uğur’du. Neşe ve Uğur her sabah uyanır uyanmaz sahile iniyor, onlarca insanın arasından sızarak Takıcı Taci Amca'nın midye kabuklarıyla işlediği günlük programı alıyorlardı. Sahilde dolaşanlar bir sanat eserini inceler gibi bu şekillerin etrafında toplanıyordu. Bilmiyorlardı ki bu şekillerin her birinin bir haber teşkil ettiğini; Takıcı Taci Amca'nın Neşe ve Uğur’la böyle iletişim kurduğunu! 

                                                                                                        

Kumsala günlük programı bırakan Takıcı Taci Amca deniz kenarında bulunan ahşap atölyesine döndü. Burada büyük bir ustalıkla midye kabuklarından takılar yapıyordu. Bu zanaatını Neşe ve Uğur’a da aktarıyordu. El emeği göz nuru bilezikler, küpeler, kolyeler, halhallar, taçlar ve tokalar kaplıyordu atölyenin raflarını.

Eşli midye kabuklarıyla dolu ceplerini ve fötrünü dikkatlice tezgahın üzerine boşalttı. Bugün bunlardan hep birlikte bir bilezik, bir halhal, bir de taç yapılacaktı. İşe başlama saatini sahildeki ahtapot bildiriyordu.

                              

                                                   

Atölyenin saati 8'e geliyordu. Takıcı Taci Amca önlüğünü taktı ve tezgahın başına oturdu. Tam ahtapotun belirttiği saatte Neşe ile Uğur da atölyeye ulaştılar. Onlar da önlüklerini geçirip işe başladılar. Usta ve kalfaları eşini kaybetmemiş midye kabuklarını ince bir matkapla dikkatlice deldiler. Bazılarını boyadılar, bazılarının üzerine resimler çizdiler. Boya kuruyunca misinaya dizip, misinanın uçlarını bağladılar. Çözülüp midye kabukları ortalığa saçılmasın diye misinaya sıkı bir düğüm daha attılar. Bu hummalı çalışmanın sonunda ortaya şahane bir bilezik, harika bir halhal, güzelliğiyle göz kamaştıran bir de taç çıkardılar. Yeni takıları özenle diğerlerinin yanına yerleştirerek günün ilk programı olan ahtapotu tamamlamış oldular. Ardından da gönül rahatlığıyla denizatını uygulamaya koyuldular.                                

Takıcı Taci Amca, Neşe ve Uğur önce karınlarını bir güzel doyurdular. Çalışıp acıkınca yenilen yiyeceklerin lezzeti bir başka oluyordu sanki. Yedikçe yiyesi geliyordu insanın. Sonra da denizatının göbeği gibi şişiyordu göbekler. Neyse ki tekne gezintisi için kıyıya yürüdüler de rahatladılar biraz.

                                

 

Takıcı Taci amcanın eski teknesi zümrüt yeşili suların üzerinde bir direğe bağlı olarak yorgunca duruyordu. Motoru çalıştırmak biraz zahmetli oldu. Yaşlı tekne çarşaf gibi sakin denize salınınca sanki yorgunluğunu birden üzerinden atıvermiş, gençleşmişti. Arkasında köpükten tepecikler oluşturarak zümrüt yeşili kıyılardan yavaş yavaş çivit mavisi sulara karıştı. Kayaların arasından geçti, kayıkları geride bıraktı. Atölyedeki usta ve kalfalar şimdi teknede kaptan ve tayfa olmuşlardı. Kaptan dümeni ara sıra tayfalara devrediyordu. Tekne coşkuyla ilerliyor, kaptan ve tayfaların kahkahaları motorun gürültüsüyle birlikte kayalara çarpıp adalara yönleniyordu. Teknenin saatine göre denizyıldızını uygulama vakti yaklaşıyordu. Kaptan demir atılacak yerin seçimini tayfalarına bıraktı. Adalardan birine yakın bir yerde motor sustu, tayfalar demir attı.

 

                                                            

Takıcı Taci Amca dar basamaklardan inerek mutfağa geçti. Eğilip tezgahın altından bir koca karpuz, bir de bal mumu gibi sararmış kavun çıkardı. Bıçağını karpuzun kulpunun etrafında döndürerek daire şeklinde bir parça kesti. Karpuz öyle olgundu ki daha bıçağın değmesiyle ikiye ayrılmıştı. Tadının çok iyi olduğu her halinden belliydi. Koca göbekliydi ve rengi kıpkırmızıydı. Oldukça da sulu görünüyordu. Takıcı Taci Amca dayanamayıp tadına baktı. Parmaklarından sular damlıyordu. Sonra buram buram kokusu etrafı saran kavunu dilimledi. Kavun da çok lezzetli görünüyordu. Kesilince kokusu daha da yoğunlaşştı. Takıcı Taci Amca iyice açılan iştahını biraz bastırmak için ondan da bir parça tattı. Kavun kavun değildi sanki, "Lokum! Lokum mübarek!" dedirtecek kadar tatlıydı. Bu sarı ve kırmızı lezzetlerin kokusu civardaki sineklerin de iştahını kabartmış olacaktı ki küçük büyük, kara yeşil bütün sinekler birden tekneye akın etti. Kanatlı bir ordu halinde kokuyu takip ederek dar merdiven yolundan mutfağa hücum ettiler. İstikamet önce karpuzun göbeği oldu. Oradan havalanan bir grup, doğranmış karpuza üşüştü. Doğranmış karpuzdan kalkan bir bölük, dilimlere ayrılmış kavuna saldırdı. Takıcı Taci Amca nazik bir el hareketiyle kaçırdı onları. Vızlayarak biraz döndüler, sonra yine inişe geçtiler. Takıcı Taci Amca elinin tersiyle tekrar kovdu bu bir bölük kanatlı askeri. Lakin kovulmak vız geldi onlara. Hep birlikte her taraftan hücuma geçtiler. Üstelik mutfağın hafif aralanmış penceresinden meyve sinekleri ve yaban arıları da katıldı aralarına. Takıcı Taci Amca'nın eli ayağına dolaştı bu kalabalık kanatlı ordu karşısında. Dışarıda cama çarpıp çarpıp geri dönen müjde böceğine müjdeler olsun, Takıcı Taci Amca hafif aralanmış pencereyi sonuna kadar açtı. "Bir sen eksiktin koca böcek! Sen de gel de kadro tamamlansın!" diye homurdandı. Müjde böceği ortalıkta biraz döndü, sonra karpuza alçaldı. Karpuzdan havalandı, kavun için inişe geçti. Karnı da gözü de doyunca mutfağın ortasına düşen güneş ışığına pervane oldu. Diğer kanatlılardan da doyuma ulaşanlar vardı. Ama hala tekneyi terketmeyip kah oraya kah buraya konup duruyorlardı. Kah cozurdayıp kah vızırdıyorlardı. Hatta yaban arıları öyle küstahlaşşlardı ki Takıcı Taci Amca'nın sakalında geziniyorlardı.

Takıcı Taci Amca kendisini yıllarca yakıcı güneşten korumuş olan emektar fötrünü çıkardı. Başını kaşıdı, sakalını okşadı, alnının terini sildi. Yaşlı bir kedi gibi mırıldanmaya başladı: "Ziyafete hıyanet ha! Sizi gidi münasebetsizler sizi! Ben şimdi gösteririm size!" Kapıyı da pencere gibi ardına kadar açıp mutfakta kanatlı cinsinden ne varsa fötrüyle kovalamaya çalıştı. Fötr yetmedi, saplı süpürgeyle düştü peşlerine. Saplı süpürge az geldi, takunyalarını aldı eline. Tezgaha çıktı, karpuzdan havalananlara uzandı. Tezgahtan indi, kavuna konacaklarla savaştı. Takunyalar bile hor görüldü, bu mücadelenin de sonu göründü.

Etrafa buram buram kokular yayan kavun artık işgal altındaydı. O iştah kabartan karpuzun dipdiri koca göbeği pörsümüş gitmişti. Doğranmış kavun da kanatlı ordunun ganimetiydi şimdi. Saat 5 olmuştu. Takıcı Taci Amca vızırtı ve cozurtu arasında nefes nefese kalmıştı. Öfkeden titriyordu. "Pes doğrusu!" diyerek haykırdı öfkesini. "Yüzsüzlüğün de bu kadarı kafi! Karpuz da sizin olsun, kavun da! Ne haliniz varsa görün!" dedi ve tayfaların yanına çıktı.                                                                                                        

Tayfalar güvertede oturmuş ziyafeti bekliyorlardı. Uğur Neşe'ye teknenin etrafını saran balıkları göstererek "Balıklar uğur getirir!" derken kaptanın eli boş döndüğünü gördüler. "Balıklar uğur getirir de sinekler pek öyle değil!" dedi kaptan ve durumu açıkladı: "Tayfalar! Denizyıldızı iptal! Karşınızda yenik bir kaptan duruyor. Kanatlı ordunun saldırısına uğradım. Kavun da karpuz da sinek, böcek ve arıların işgali altında! O kadar mücadele etmeme rağmen kanatlı ordu galip, bense mağlup oldum."

                               

İşte şimdi Neşe'nin neşeli bir hal almasının tam sırasıydı. Birden fırladı ayağa: "Denizyıldızını iptal etmek zorunda kaldık diye deniz kaplumbağasından da vazgeçecek değiliz ya! Haydi suya!" dedi ve balıkların yanına atlayıverdi. Hemen arkasından Uğur da "Takma kafana kaptan!" diyerek uğurlu balıkların arasına katıldı. Takıcı Taci Amca ise "Takan kim yahu? Benim adım Taci. Ben kafama olsa olsa taç takarım. Ama sarı fötrüm bana yeter!" karşılığıyla derin bir dalış yaptı. Çıkarmayı unuttuğu sarı fötrü kendisinden önce ulaşştı su yüzüne.

Takıcı Taci Amca kanatlı orduya karşı verdiği mücadelenin yorgunluğunu denizin tuzlu sularında yatarak gidermeye çalıştı. Her zaman başında taşıdığı emektar sarı fötrünü de bu kez yüzüne kapayarak kızgın güneşten korundu. Neşe ile Uğur deniz kaplumbağası gibi yavaş yüzüyorlardı. Ama birbirlerine su sıçratarak oynamalarından deniz kaplumbağaları gibi de iyi yüzücü oldukları anlaşılıyordu. Çarşaf gibi sakin denizde bazen dalıp çıktılar, bazen kulaç attılar. Ara sıra sarı fötrü kaçırıp Takıcı Taci Amca'yla şakalaştılar. Gırgır ve şamatayla günün son programını da uygulamış olarak tekneye döndüler.

 

                                

Tayfalar demire asıldı, kaptan dümenin başına geçti. Eski tekne gürültülü bir motor sesiyle adalardan uzaklaştı. Çivit mavisi suları aşarak zümrüt yeşili kıyılara yönlendi. Sahile yaklaşırken hava birden karardı. Zümrüt yeşili kıyılar da havanın rengini aldı. Geriye bakıldığında sular artık çivit mavisi değildi. Kaptanın motoru susturmasıyla şiddetli bir gök gürültüsü duyuldu. Ardından şimşek çaktı. Hemen arkasından bir yağmur bastırdı. Tayfalar tekneyi çabucak direğe bağladılar. Tekne yeniden yorgun ve yaşlı haline bürünerek yağmura teslim oldu. İyi ki denizanasının uyarısı dikkate alınmış, evden şemsiyelerle çıkılmıştı.

Neşe ile Uğur ellerinde şemsiye evlerine koştular. Takıcı Taci Amca şemsiyesinin altından dostlarına el salladı. Hem yorucu hem de eğlenceli geçen bugünü kimi günlüğüne, kimi hafızasına kaydetti. Sahildeki İletişim'den haberdar olan küçük hanımlar ve küçük beylere de bir şiirle veda yolu göründü:

 

                    Biz Sahildeki İletişim'in kahramanları

                    Neşe, Uğur ve Takıcı Taci Amca'yız

                    Atölyede usta, kalfa; teknede kaptan, tayfayız

                    Bizi okuyan, okutan, dinleyen, dinleten herkese

                    Allaha ısmarladık der, selametler dileriz

                           

                                       ***                                                                           

                                                                        

 

                           

                        Resimler: Aysel Molu, Engin Veysel                                                         Hikaye: Aynur Keskin